Türkiye’de bu yıl 4.kez düzenlenen F1 yarışı yine Massa’nın birinciliği ile sona erdi. Sağolsun, bir arkadaşım sayesinde daha önce hiç yolumun düşmediği bir yere, Istanbul Park’a da gitme ve yarışı izleme şansı elde ettim. Benim yarışla ilgili notlarım daha çok organizasyonun yapısı hakkında. Zira motor sporları ve Formula 1, hakkında bırakın ahkam kesmeyi, üç-beş fikir beyan edemeyecek kadar ilgimin az olduğu bir alan. Ancak işin içinde 18 ülkede yapılan, dünyanın gözünün üzerinde olduğu ve neredeyse tüm yıla yayılmış bir “marka” ve büyük bir organizasyon olunca, pazarlama açısından bakmamak imkansız gibi geliyor. Üstelik, sürücülerin dünyanın en iyileri olmalarının yanında, yarış, mühendislik, teknoloji ve tasarımın da içinde olduğu müthiş bir takım oyununu temsil ediyor. İşte bu nedenlerle de organizasyon hem ülkemizin ve Istanbul’un temsili, hem de yarışın tv ekranında değil, yerinde daha çok izleyici kazanması açısından önem taşıyor. Ancak bilet fiyatlarının yüksekliği, yarış öncesinde, yarışseverler tarafından tepkiye yol açan bir unsurdu. Bu sabah da Hürriyet Gazetesi’nde okuduğum bir habere göre, F1’in patronu Bernie Ecclestone, Cumhurbaşkanı Gül’e seyirci azlığından dolayı dert yanmış. Habere göre geçen yıl, üç günde toplam 70 bin kişi yarışı izlerken, bu yıl bu rakam, 4 yılın en düşük seyirci sayısını oluşturmuş.
Paddock Club’ta organizasyon son derece güçlü, güvenli ve “havalı” görünürken, izleyici tarafında bu kadar zayıf olması da başka bir çelişki. Zira, F1 meraklılarına “merchandise” satın alma imkanı sağlayan, yiyecek ve habercilerin standlarının olduğu alışveriş alanında da fiyatlar oldukça yüksekti. Yabancıları çokluğu da gözlerden kaçmıyordu. Ulaşımla ilgili bilgiyi edinmek için, (özel araçla veya toplu taşıma ile) F1 hakkında yayın yapan birden fazla web sayfasını gezmek gerekiyordu. Toplu taşıma alanından, yarış alanına geçişte yönlendirmeler yetersizdi, tribünler arası ring seferlerini İETT üstenmişti ve araç çokluğuna rağmen, yönlendirmelerin yetersizliği ve dahası güvenlikteki ve/veya kapıda görevli personelin konu hakkındaki bilgisizliği bana göre organizasyonu “eksik” yapan önemli unsurlardan biriydi. Gelen ziyaretçilerin kaba tahminle %70’nin yabancı olduğu düşünüldüğünde özellikle… Bununla birlikte pistin ve arazinin büyüklüğü düşünüldüğünde, tribünlerin ne kadar yağmur, rüzgar ve güneş alabileceğini, üç gün süren yarışlarda bu durumun izleyicilerin “konfor”una ters açı oluşturduğunu, yanınızda bir sürü “ekipmanla” “piknik yapmaya” gider gibi, yarış izlemeye gitmek durumunda olmanın acayipliğini vs vs belirtmeden edemiyorum. Organizasyon Rock&Coke gibi bir organizasyon olsa, bu tür detaylar “acayip” olmayacak belki, ama milyonlarca dolarlık harcamaların, yatırımların, Formula One Paddock Club™ gibi stil ifadesi ve lüks tüketimin olduğu, ve hatta ticari buluşmaların yapıldığı bir alanda, üstelik de bilet fiyatlarının yüksekliği göz önüne alındığında, beklentiler de, algılar da, tercihler de değişiyor doğal olarak… Bambaşka ve daha güçlü bir organizasyonla veya daha makul bilet fiyatlarıyla, yarış çok daha fazla izleyiciyi, tv ekranlarının başına değil, yarış alanına çekerdi.
Ve son not: Kesinlikle çok değerli bir konumlama ve strateji olarak gördüğüm ve yine Hürriyet Gazetesi’nde yer alan bir haberi, Temsa yetkililerini kutlayarak iletmek istiyorum. Pazarlama cesaret ve strateji işidir.
***
Temsa Paddock’ta dünyaya otobüs pazarladı!
Formula 1’de yer almamasına rağmen üç yıldır İstanbul Park’ta paddock clup’ta misafir ağırlayan Temsa, bunu dünyaya açılmanın bir yolu olarak görüyor. Yurtışındaki 34 ülkenin distribütörlerinden oluşan 120 kişiyi İstanbul Park’ta ağırlayan Temsa’nın Genel Müdürü Mehmet Buldurgan, “Buraya gelen misafirlerimiz Türkiye’nin elçisi olarak ülkelerine geri dönüyorlar” dedi. Buldurgan, “Formula 1’de yer almamız parayla ölçülemez. Biz dünya markası olma yolunda bir hedef koyduk. Formula 1’de yer almamızda bunun bir parçası. Türkiye’nin markasını dünyaya satıyoruz” dedi. Sabancı Grubu, Bridgestone, Toyota ve Temsa’yla Formula 1’e ağırlığını koyan grup olarak dikkat çekti.