Türkiye Markası konusunu düşünürken aslında en baştan başlayalım diyorum. “Marka Nedir?” sorusundan.

Sözlük tanımı ile Marka; bir işletmenin mal veya hizmetlerini bir başka işletmenin mal veya hizmetlerinden ayırt etmeyi sağlaması koşuluyla kişi adları dahil, özellikle sözcükler, şekiller, harfler, sayılar, malların biçimi veya ambalajları gibi çizimle görüntülenebilen veya benzer biçimde ifade edilebilen,baskı yoluyla yayınlanabilen ve çoğaltılabilen her türlü işaretleri içerir.

Philip Kotler’in en basit tanımıyla ise, bir anlam ve çağrışım taşıyan herşey markadır. Bir ürüne veya hizmete renk ve tını katar. Şu durumda Türkiye bir markadır, diyebilir miyiz? Diyebiliriz! Demek ki “Türkiye Nasıl Bir Markadır? Marka Değeri Var mıdır? Nasıl bir Marka Olmalıdır?” gibi sorulara odaklanmak lazım.

Özellikle günümüzde büyüyen ve genişleyen ekonomik koşullarda marka ismini tescil ettirmekle markalar arenasında ayrışılmıyor malum. Tüketiciye karşı, mutlaka en azından bir fark, bir özellik yaratabiliyor olmak gerekiyor. O da yetmiyor, bu farkı, özelliği günün koşullarına ve markanın temsil ettiği değerlere bağlı olarak yenileyebilmek, konumu koruyabilmek için sürekli çalışmak gerekiyor. Artık tüketiciler pek çok marka ve ürün içinden kendi seçim kriterlerine göre kararlar veriyorlar.
***
Uluslararası Pazarlama Şirketi GMI ve marka uzmanı Simon Anholt tarafından 35 ülkede yapılan ve Türkiye’nin sonuncu sırada yer aldığı araştırma sonucuna istinaden Radikal Gazetesi‘nde 11/06/2005 tarihinde çıkan Haluk Şahin imzalı bir yoruma göre,

Ülkeler de imajlarını değiştirebiliyorlar. Son örnekler İrlanda ve İspanya. İmajlar kötüye doğru da gidebiliyor. İsveç’in birinci geldiği son araştırmaya göre ABD bir marka olarak ciddi bir düşüş içinde. İsveç, İngiltere ve İtalya’nın arkasından dördüncü sırada bulunuyor. Araştırmayı yöneten Simon Anholt bu düşüşü Amerika dış politikasına bağlıyor ve ‘Bu olumsuz gidişin zamanla ABD’nin ihracat ve turizm potansiyelini etkilemesi kaçınılmazdır,’ diyor. Türkiye’nin ulusal marka olarak zaafları çok yönlü. Ülkemiz turizm, ihracat, yönetim, insan, kültür, yatırım gibi boyutların hiçbirinde yüksek puan almıyor. Ancak, kötü marka olarak en yakın rakibi Rusya’ya kıyasla bazı avantajları var. Rapor iki ülkeyi şöyle karşılaştırıyor: “Listemizin zor durumda olan iki markası Türkiye ve Rusya. Türkiye’nin toplamdaki düşük notunun nedeni hiçbir kategoride yüksek puan alamaması (ki bunun da nedeni pek az kişinin bu ülkeyle doğrudan teması olmasıdır diyebiliriz) iken, Rusya’nın bazı kategorilerde çok düşük puan alması ana neden olarak görünüyor. Verilerden çıkan sonuç şu: Türkiye içi boş bir tuval iken, Rusya herkesin kötü fikirlere sahip olduğu bir resim. Her iki ülkenin de uluslararası şöhretlerini düzeltmek için çok şeyler yapmaları gerekli. Türkiye’nin kanıtlaması gereken pek çok şey var. Rusya’nın ise varolan kanıtları tersine çevirmesi zorunlu.

Aslında bu oldukça önemli bir veri. “İçi boş.” Belirli ve daha da önemlisi olumsuz bir algımız yok. Şimdiden sonra yapılacak herşey ise, tabiri caizse, “yol-su-elektrik olarak” ülkemize geri dönecek. Demek ki üzerinde iyi düşünülerek ve hatta stratejik planlama ile gerçekleştireceğimiz iletişim çabalarından olumlu ve beklenilen sonuçları almamız mümkün. Umut verici olduğunu düşünüyorum. Ama bu konuda özellikle ülkemizi temsil eden politikacılara, hepimizden daha fazla iş düşüyor, ne dersiniz?