Geçtiğimiz günlerde, WhatsApp gruplarımdan birinde arkadaşlarımla sohbet ederken, bir arkadaşım Serdar Turgut’un “Vasatizm*” üzerine yazdığı eski bir yazıyı paylaştı.

“Vasatın dışına çıkmak, Türkiye’de toplumdan dışlanma ve başarısızlık tehlikesini beraberinde getirir. Türkiye, bilgisi ve birikimiyle öne çıkmak isteyenleri adeta cezalandırmak istiyor. Vasatın diktatoryası, kendisine teslim olmayanları cezalandırıyor. Vasata teslim olmayanlar ise kendi gettolarına çekilmiş, çaresiz kalmış durumdalar,” diyordu.

Hak vermemek mümkün değil. Hayatın ve iş dünyasının görmezden gelinen bir düşmanı adeta. Hayatımıza sinsice sızmış durumda ve baktığımız her yerde… Bu, bir projede önümüze konan yarım yamalak bir çalışma da olabilir; iş ortamında enerjimizi tüketen sinci, kıskanç davranışlar ya da sadece kendini haklı gören, kendi varoluşu için oyunun kurallarını önemsemeyen, diğer oyuncuları “naif” olarak gören bir tutum da, kocaman bir markanın çağrı merkezinde sorununuzu çözmeye çalıştığınız bir müşteri temsilcisi ya da adını bile duymadığınız bir üniversitede öğrenim görevlisi sıfatı ile görevli biri de… Markette, sebze reyonunda önünüzde alışveriş yapan, iyi giyimli ve medeni görünümlü ama başkalarının alanını ihlal etmekten rahatsız olmayan bir kadın ya da trafikte, son model aracıyla başkalarının güvenliğini tehdit edecek bir davranışı önemsemeyen bir iş insanı da…

Günlük hayatın içinde, vasatlığın farklı formlarına o kadar sık rastlar oldum ki… Kalitenin, nezaketin, iyi niyetin, pozitif tutumların, çağdaşlık ve görgünün üzeri sanki bir müsilaj gibi vasatizmle sarılıp kaplanmış, oksijensiz kalmış boğuluyor. Ya da tıpkı şu görseldeki gibi, hayat bir kafesin içinde, sıradanlığın etrafı sardığı bir ortamda ışığını söndürmeden sükunetli nefeslerde kalma çabası ile yaşanıyor.

Çünkü vasatlık, bireyden toplumsal davranışlara yayıldıkça yaratıcılığı ve gelişimi de baskılayıp boğuyor. Destek ya da alan bulamayan yenilikçi cesur fikirler varoluş baskısı yaşarken, sıradanlık normalleşip yaygınlaşıyor. Toksik iş ortamları besleniyor; kıskançlık, küçümseme ve sabote etme davranışları gösteren insanlar ve arsızlık artıyor. Oysa, tüm insanlık tarihi vasat bir temel üzerine inşa edilen her şeyin—şirketlerin, toplumların, ülkelerin—er ya da geç çöktüğü hikayelerle dolu…

**

Yaşamını vasatizme karşı bir direniş duruşuyla sürdürmeye çalışan pek az insan kaldık… Yine de her zaman kaliteli işleri, kaliteli davranışları, doğru üslubu anlık küçük kazançlara tercih ederim. Sıradanlığa hapsolmuş bir hayatın içinde yaşamayı kendimi bildim bileli reddeden ruhum, son yıllarda pek çok şey karşısında kendini ait hissetmekte çok zorlansa da, sağlıklı bir kültürün beslendiği bir ortamda vasatlığın barınamayacağını da biliyor. Ben “ortamın bana dayattığını kabul edip uymayacağım”: ) Değişime, dönüşüme ve gelişime olan inancımı canlı tutmak eskisinden daha fazla çaba harcamayı gerektirse de… Ya da nasıldı şu laf, “fazla tevazu gösterme gerçek sanırlar, vasattan nasihat dinlersin” hani; o hesaba dönse de bazen, insanın en büyük gücü kendini bilmesinde ve bundan gelen içi dopdolu özgüveninde… Çünkü vasatın arsızlığı da kıskançlığı da, sinsiliği de cahil cesareti ve cüreti de, günün sonunda içindeki boşluktan… Ve aklı, yetkinlikleri, becerileri ve kalitesi ile sopa saklatmak da bir delilik hali ne de olsa ve mümkün bence :D


Vasatizm Nedir?

Vasatizm, bireylerin ve toplulukların sıradanlıkta konfor bulduğu; gelişim ve daha iyisini yapma idealinden uzaklaşıp minimum yeterlilikle yetindiği bir zihniyet durumudur. Bu sadece düşük kaliteli işlerde değil; zihinsel ve duygusal olgunluğa erişememiş bireylerde, toksik iş kültürlerinde ve yetersizliklerini içten içe fark eden, bu yüzden yenilikten, değişimden ve iktidarlarını kaybetmekten korkan anlayışlarda da kendini gösterir.