Bu sabah gazeteleri okuduktan sonra Lovemarks konferansında moderatörlük yapan John Grant’ın Mediacat Dergisi’nin Aralık sayısındaki yazısını yeniden okudum! Neyi farkettim biliyor musunuz? Bizim ülke olarak da, Türk insanı olarak da kendimizi yeterince doğru anlatamamızın sebebini! Bu elbette tamamen benim şahsi fikrim ancak John Grant bakın yazının bir bölümünde diyor ki;

“Böylesine renkli ve zevkli bir kültüre sahipken, kendi pazarınızda neden daha güçlü markalara sahip değilsiniz? Bir kaç tane böyle marka var kuşkusuz ama neden daha fazlası olmasın? Aklıma bir çok neden geliyor. Güçlü markalar, markaları gerçekten seven, onlara aşık olan kültürlerden doğar. Amerika’nın birçok güçlü markası var sözgelimi. Diğer yandan Fransa’nın moda dışındaki alanlarda çok az güçlü markası var. Türkiye markalar seviyor anlaşılan ama onlara aşık olduğundan pek emin değilim. “
***
Okudunuz mu bilmem, Vatan Gazetesi yılbaşının hemen ertesinde, Financial Times, The Independent, The Times ve Bild‘den gazetecileri, yılbaşı ile çakışan kurban bayramı döneminde Istanbul’da ağırlamış ve bu gazetelerin temsilcilerinin yaptıkları gözlemlerle ilgili yazılarına yer vermişti. Bu yazılarda benim dikkatimi çeken en önemli şey, hepsinin de tek bir sonuçta fikir birliğinde olmalarıydı; “Türkiye başta Istanbul olmak üzere, müslüman, dindar, laik, Avrupalı, gelenekçi ama modern olabilen, dengeyi kurabilen bir ülke”ydi. Hatta aynı günlerde T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı Türkiye’nin 2007 yılı tanıtım kampanyasını açıklamıştı. Hani şu elleri iki yana açık insan figürü ile Türkiye’nin T’sini özdeşleştirdikleri tanıtım kampanyasını…

Belirtmeden edemeyeceğim, kampanya görsellerini ben beğendim. Elleri iki yana açık insan figürü kesinlikle anlamlı bir algı yaratıyor.


***

Bu yazı nerede birleşecek merak ediyor olabilirsiniz. Son olarak, geçtiğimiz bir kaç günün en sıcak gündemini oluşturan, Hrant Dink’in öldürülmesi ile bir kaç şey söyleyip konuyu bağlayacağım. Hrant Dink, gazetesini ya da kendisini takip ettiğim bir gazeteci değildi. Ama benim için önemi, kim olduğu değil, ne olduğuydu. Bu topraklarda yüzyıllardır barış içinde, aynı mahallelerde, semtlerde yaşadığımız, çocukları ile arkadaşlık kurduğumuz ve hatta belki de sofralarında oturup yemek yediğimiz, bizim “azınlık” olarak tabir ettiğimiz kültürden birine mensup bir insan’dı. Dolayısıyla her aklı başında, barış ve huzur içinde yaşamayı bilen laik Türk genci gibi, ben de üzüntü duydum. O nedenle dünkü cenaze töreni, Oktay Ekşi’nin bu sabah yazdığı üzere; hepimiz için anlamlıydı.

“Hrant Dink’e sahip çıkan insanımız, bu toplumun evlatlarını hiçbir ayrıma tabi tutmadan sevdiğini gösterdi. Tüm dünyaya da Türk halkının insanlara “önce insan” olarak baktığını ispat etti. Onunla kalmadı, áleme uygarlık dersi veren ülkelerin toplumlarına “Bizim insanlığımız da bu” demiş oldu.” (Oktay Ekşi)

Peki ya son aylarda artan şehit sayımız? Neredeyse her gün cenazesi kaldırılan şehitler? İçlerinde “insan” olmalarından ya da asker kimliklerinden öte iyi yetişmiş, toplumuna, ülkesine faydalı, değerli, aydın insanlar da yok muydu sizce? Onlara da bu kadar sahip çıkıyor muyuz? Hepsinin cenazesine katılıp, acıyı paylaşmaktan söz etmiyorum. Bizim insanımız değil mi onlar da? Bu ülkenin geleceği, barışı için canlarını vermediler mi sizce? Sahi kendi çocuklarımızı, ailelerimizin bizleri yetiştirdiği gibi kardeşlik ve barış duyguları ile ama önce kendi özümüzü, kültürümüzü öğreterek mi büyütüyoruz? Yoksa farkında olmadan kendi kültüründen bir haber, başka kültürlere özenmelerini sağlayarak, kendi kültürümüzü yok mu ediyoruz? Hani Fransız halkını eleştirir ama takdir ederiz hep, dillerine nasıl da sahip çıkıyorlar diye… Ya da uzakdoğu kültürü ilginç gelir, nasıl da korumuşlar yüzyıllar boyu diye…

Hiç sevmediğim siyasi konulara daha bulaşmadan, sonuca geçiyorum.
***
Bu sabah anladım ki, bizim ülke olarak sorunumuz hiç bir alanda kendimize, kendi kültürümüze sahip çıkmamamız. Dün bir arkadaşım ile birlikte, yurt dışındaki bir arkadaşımıza hediye göndermek üzere, neredeyse tüm büyük kitabevlerinde Istanbul takvimi aradık. Bulamadık. Dünyanın bütün ünlü şehirlerine ait kitaplar, takvimler varken, kendi ülkemizde, Istanbul’da Istanbul’u bulamadık!

T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı bile, yeni tanıtım kampanyası duyurusunda diyor ki,

“Amaç, Türkiye’yi bir Akdeniz ülkesi olarak eşsiz doğası, kaliteli turizm tesisleri, insanlarının misafirperverliği, kolay ulaşılabilir coğrafi konumu ve özellikle de zengin kültür mirası ile tanıtmak, güvenli ve çekici bir destinasyon olarak Türkiye imajını geliştirmek, uzun vadede kalıcı bir marka olarak konumlandırmak ve Akdeniz’de rekabet üstünlüğünü sağlayarak Türkiye’ye gelen turist sayısını artırmaktır.
Türkiye markasının en önemli öğeleri Türkiye’nin benzersizliği ve turistik ürün çeşitliliğidir. Turistik ürün çeşitliliğinde ön plana çıkarılacak unsurlar kültür turizmi, şehir turizmi ve sportif aktiviteler olacaktır.“

Hayır! Lisans eğitimini Turizm alanında yapmış bir iletişimci olarak, kampanyanın bu şekli ile tek başına yetersiz olacağını düşünüyorum. Türkiye Markasını ön plana çıkaracak unsurlar tek başına turizm değildir. Türkiye Markasını ön plana çıkarak en önemli unsur kültürüne sahip çıkan ve bunu göstermesini bilen toplum yaratabilmektir. Ülkemize yabancı gazeteciler geldiğinde “Türkiye kültürler arasındaki dengeyi bulmuş, eşsiz güzellikte bir ülke” dedirtebilmektir. Çocuklarımızı kendi kültürlerinin farkında, sahip çıkan ama diğer kültürlere saygılı, kardeşce, barış içinde yaşamayı öğretebilmektir. Hepsinden de öte, gerek Türkiye gerekse Istanbul olarak bir marka olabilmek için her alanda bu unsurları, en güçlü yanları ile vurgulayabilmemiz lazım. Yoksa yurtdışında ülkeyi, şehri çok iyi tanıtmışsın, insanlar buraya geldiklerinde ya da gazetede, televizyonda, ağız ağıza pazarlarda hakkımızda doğru olmayan ya da olumsuz şeyleri gördüklerinde, duyduklarında ya da söylediklerinde, sadece emeğimizi değil, milli sermayemizi de boşa harcamış oluyoruz.

John Grant’in tabiri ile “yemeklerimizden tasarımlarımıza, perakende konseplerimizden gece kulüplerimize, sanatımızdan tiyatromuza, edebiyatımızdan müziğimize kadar muhteşem bir kültüre sahibiz.” Ama Çekirge, olması gerektiği gibi sahip çıkmadığımızı düşünüyor!